Duyduk Duymadık Demeyin!

Adres değişikliği

Duyurmayı epey geciktirdim ama yeni adresimiz:  aliozdil.com Her zaman bekleriz... Yanlış çimenliklerde otlamayalım lütfen :)

17 Eylül 2010 Cuma

İade-i ziyaret...


Bayram namazına gittik Ali'yle. Sabah namazını evde kılıp çıkmamıza rağmen, birazcık uzun buldu ve uykusu geldi ama Allah'tan yanımıza araba dolu bir çanta almıştık ve hava da şahaneydi. Böylece önce büyük bir heyecanla çıktığımız üst katta sıkılınca hemen dışarıya attık kendimizi, havadar havadar karşıladık bayramı...


Namazdan sonra, "babaannenin bahçesine" de uğradık elbette, ilk kez... Akşamsafası yoktu ama (anneannemin akşamsafalarını anlatmıştım geçen akşam, ufak bir kafa karışıklığı) bir sürü salyangoz vardı, hepsiyle tek tek ilgilendik, oturduk Haliç'i seyrettik, biraz muhabbet ettik.



Babaannenin bahçesinde...


Bayramdan sonraki ilk gün, en baştaki fotoğrafta görüyorsunuz, yağan yağmurlarla birlikte, dokuzuncu kattaki evimizin yatak odası penceresine bir salyangoz geldi. Bütün gün oradan baktı durdu bize...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Vay vay vay! 3 mü olduk?



Bugün Ali'nin doğum günü. Kendisi tam 3 yaşında oldu.

3, çok önemli bir yaş bence. İnsanın yetişkin olduktan sonra hatırlayabildiği en eski anılar taş çatlasın 3 yaşına dayanır. Sevdiklerini, beğendiklerini, o kadar da matah bulmadıklarından ayırt etmeye başladığı yaş da genellikle 3'tür. Ama benim için Ali'nin 3. yaşını önemli yapan şey, bugüne bizim de 3 kişiyle katılıyor olmamız.

Kızımız Ayşe Bâlâ tam 26 gün önce aramıza katıldı.

Bu akşam Ömer ve ben Ali'ye sürpriz yaparak onu görmeye gideceğiz. Ayşe Bâlâ'yı henüz götüremiyoruz ama o da "Ali Abi"sinin doğum gününü, tribünlere "Oley!" diye yumruk sallayarak kutluyor.

İyi ki doğdun Ali! Seni çok ama çok seviyoruz...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Oturduğumuz kata geldik!


Ali'nin de var favori sayıları: "42; bizim numaramız", "8; anneanemin numarasının aynısı", "2 tane; üfff ne çok!", "9; aaa, oturduğumuz kat!".

Biz de Tuba'yla bugün itibariyle evliliğimizin sekizinci yılını tamamlayıp, oturduğumuz kata ulaşmış bulunuyoruz!

4 Temmuz 2010 Pazar

Müzik çantası


Müzik sözkonusu olunca, Ali'nin hayata 2-0 yenik başladığını itiraf etmek lazım. Benim zaten irapta mahallim yok; sözler başlamadan çalanın ne olduğunu anladığım vaki değildir. Benden elbette daha iyi durumda olan Tuba'yı da, efsanevi müzik hocamız Müjgan Hanım vaktiyle korodan atmış diyeyim de Ali'nin acıklı durumu daha da netlik kazansın...

Hala anlamadıysanız, Marge Simpson'un ikiz ablaları Patty ve Selma Bouvier'den "Sesin kalınlaşmış senin, müzik hayatına devam edemezsin" laflarını işitince yaşayacağınız hayal kırıklığını düşünün ve hakkımızda ileri geri gülmeyin!

Selma ve Patty Bouvier kardeşler

Davuluyla saksofonunun terkedilmişliğine, radyoda çalan şarkılara ve müzik kanallarına verdiği tepkilere, hala 'Ali Baba'nın bir çiftliği var'ı söyleyememesine filan bakarak diyorduk ki: "Yok, yok, genetik zincirlerini kıramayacak Ali de..."

Sonra geçen sabah, okula çıkmak için hazırlanırken, Ali karşıma dikilip sordu: "Senin müzikli çantan nerde?" "Benim müzikli çantam yok ki oğlum" dedim, ikna olmadı, "Hani var ya çın çın müzikli çantan?"

Meğer biz olanca cehaletimizle çocuğun müzik anlayışına hitap edememişiz iki küsür senedir, zavallının süper avangard zevklerinin farkına varamamışız... Beslenebileceği yegane kaynak olarak açıp kapatırken çınlayan eski çantamı bulmuş kendisi de, buyurun:

Untitled from Mahmut Ozdil on Vimeo.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Annem



Annemi kaybedeli dün tam 10 sene oldu. En sevdiğim fotoğrafımız da galiba bu: 

Ali'den azıcık daha büyüğüm, Şeyma Teyzemlerdeyiz ve artık evimize gidelim istiyorum!

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Özgür Gazze!

Ömer Uluç, Tanker


Bugün araba resmi değil, gemi çiziyoruz biz de Ali'yle... Hepsi de doğru Gazze'ye gidiyor!

Bazen araba çizme arzularımıza gem vuramıyoruz, o zaman da yaşasın arabalı vapurlar!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Yoklama listesi...


Fotoğraflar eski, geçen yılın favori kitabı Şrek'i okuyoruz. Ama haber yeni, Tuba Afyon'dan biraz evvel bildirdi.

Bahçe keyfi yaparlarken, Ali Tuba'nın kitabını almış eline. Refik Halid'in Üç Nesil Üç Hayat'ı. Ve başlamış okumaya:



"Mahmut Özdil. Ali Özdil, Tuba Öztürk, Yasemin Darbaz, sonra Ömer Karaca, Fındık Karaca, Fıstık Karaca, Merve Battal, Fazıl Tapetiyavn, ondan soonraaaa, Halil Mandalinaçocuğu!"


Herkes adını not etsin, bir dahaki yoklamada kafalar karışmasın!

25 Mayıs 2010 Salı

Geçmiş olsun Bagıg!


Ömer'in anneannesinin ameliyatından beri, birisinin hastanede olduğunu duyunca iki ihtimal geliyor aklına: Demek hastanede. Ya bebek geliyor, ya da yaramazlık edip hasta olmuştur!


Ali Fazıl'ın hastalığının haberini de tatildeyken aldı. Bir türlü kendisine ulaşamayınca da çok endişelenmiş: "Hmmm, acaba ne yaramazlık etmiş olabilir?"

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir iletişim devi: Tahtacell


Tahtadan çocuk oluyor, köpek oluyor da telefon neden olmasın? Ali mesela bu olmadan evden çıkmaz oldu; kapıdan çıkarken muhakkak ceplerini kontrol ediyor, ya "totofonu" yerinde değilse?


Bugün tatil sezonunu da açtı kendisi, 15 gün yoklar... Tuba, Esra, anneanne ve dedeyle birlikte Eskişehir senin Afyon benim, Manisa'yla İzmir'i de es geçmeyelim diyerek gezecekler.



Bugün akşamüstü Eskişehir'e ulaşmışlar, tek katlı ve bahçeli evi pek beğenmiş: "Vay be! Bu ne kadar değişik bir ev, klozeti nerde?"

İşte, tahtadır deyip küçümsemeyin, tüm iletişimimizi, bilgi akışımızı, bu totofona borçluyuz!

20 Nisan 2010 Salı

Ardında yaralı bir kalp (daha) bıraktın!

Alo Ömer? from Mahmut Ozdil on Vimeo.


Ali'nin hislerini biz de paylaşıyoruz Ömercim: İyi ki doğdun ve bize de araba kullandır!

16 Nisan 2010 Cuma

Araba sevdası...

yallah sofer from Mahmut Ozdil on Vimeo.

27 Mart 2010 Cumartesi

Hoşçakal Halil!

oyuncakli kucuk prens pudingi from Mahmut Ozdil on Vimeo.


Halil bu sabah yine uçtu Berlin'e. Ne zamandır alışmıştık kendisine ama ne yapalım gurbette evlat okutmak zor:)

Siz de gurbetteki dostlarınızı sevindirmek isterseniz, işte size Ali'nin Halil'in şerefine yaptığı pembe renkli çikolatalı küçük prens yemeğinin tarifi!

Afiyet olsun!

25 Mart 2010 Perşembe

Soyadı devrimi

Adını elbette biliyor da, memlekette bir de Soyadı Kanunu var, "Her Türk öz adından başka soy adını da taşımağa mecburdur. Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde, soy adı sonda kullanılır." diyen.
O hususta da eksik kalmasın dedik, eğitime başladık, bizimkinin kendi soyadı devrimini yapacağı tuttu:

-Alicim, benim soyadım ne biliyor musun?
-Bilmiyorum.
-Özdil.
-Aaa, tamam.
-Tuba'nın soyadını biliyor musun peki?
-Hayıır...
-Tuba'nın soyadı Öztürk.
-Aaa tamam.
-Peki, senin soyadın ne?
-Özdilkürt...

Tatlısu devrimcisi ve Hollandalı akıl babası

24 Mart 2010 Çarşamba

Kim nerede?

Ali ufak ufak başladı, "Anneannemin evi Üsküdar'da, Mahmut'un okulu çok yakın ama, Beşiktaş'ta, Tuba'nın evi Kağıthane'de, Halil'in evi Almanya'da…" diye sıralamaya.

Bazen de insanların nerede olduklarını merak ediyor: "Bizim dede Arabistan'da, ama benim iki dedem var, senin baban nerede?"

Geçen gün, Yasemin sorguya çekmiş kendisini, anladık ki bazılarımızı merak etmiyor pek, nerede bulunabileceğimizi zaten çoktan çözmüş:

-Ömer nerede Ali?
-İşte.
-Mahmut nerede?
-Okulda.
-Fazıl nerede?
-Tape tiyavn'da...

Fazıl'la Cafe Crown arası...

20 Mart 2010 Cumartesi

İlk fotoğraf!

Bugün Santral İstanbul'a gittik, Yüksel Arslan retrospektifi için, yarın da son gün, aklınızda bulunsun... Sergiyle ilgili bir şeyler yazacağım zaten ama, Ali'nin benim kucağından çektiği ilk fotoğrafını sıcağı sıcağına ekleyeyim dedim!

26 Şubat 2010 Cuma

İyi ki doğdun Yasemin!

kartopu from Mahmut Ozdil on Vimeo.


Aradaki yaş farkı da gitgide kapanıyor. İlk başta tam 25 kat büyüktü Yasemin Ali'den, bugün sadece 11.2 kat!

Bak görüyor musun, nasıl da gençleşiyorsun, doğum günün kutlu olsun Yasemin!

23 Şubat 2010 Salı

Ha ha ha haftaya!

İkidir tenhada (bizim durumumuzda uyurken) kıstırıp, saçlarının gözüne giren kısımlarını kesmekle idare ediyorduk. Ama arkalara müdahale etmeye cesaret edemediğimiz için, artık iyice Vikinglerin Viki'sine dönmüştü.

Gökçe sağolsun, saçmaladığımızda, yüzümüze karşı susup susup içinden içinden kınamak yerine, uyarılarıyla gerçekleri yüzümüze çarpma vazifesini hakkıyla yerine getiriyordu: "Ne bu hal, eşek kemirmiş gibi, derhal berbere!"

Ben tahmin edeceğiniz üzere piyasanın çok dışındayım, berber hususunda ahkam kesecek durumda değilim hiç. Ama bu sefer, karar vermek zor olmadı: Zafer'in öve öve bitiremediği Sinan'dan (evet o avangard kafanın ardındaki isim Sinan) abim de çok memnun kalınca, üstelik Sinan çok daha küçük çocukları bile traş ettiğini söyleyince, bugün randevumuzu alıp, Ortaköy'e yollandık.
Hava cidden şahaneydi, Yasemin de bize katıldı. Ali yol boyu peşinde tahta köpeği "Donyo"yu sürükleyerek saçlarının gözlerine girmesinden ne kadar rahatsız olduğunu, biraz kısaltacağını filan anlattı durdu ama, dükkandan içeri girer girmez tedirginlik başladı.


Solda bizim Denyo, sağda Ali'nin Donyo'su...

Sinan sağolsun, Donyo'yla Ali'ye bütün dükkanı gezdirdi, herkesle tanıştırdı, etraftan oyuncaklar buldu buluşturdu, Ali'nin saçlarının arasından Kinder Surprise'lar çıkarttı filan ama nafile, koltuğa oturma vakti gelince, dudaklar büzüldü, gözlerde yaşlar peydahlandı, "oturmaycam, hadi gidelim bence, kısaltmaycam" nakaratı başladı.

Sonunda Tuba'nın kucağında koltuğa oturmaya razı oldu, Ufuk cep telefonunu Ali'nin hizmetine sundu, Pilot Ali, Co-pilot Ufuk, telefonda araba yarışı oynamaya daldılar, Yasemin'le ben de pitstop ekibi olduk.

Sinan yazık, bütün bu hengamede akrobasi dalında olimpiyatlara hazırlanma yolunda epey yol kat etti...

Ali, Ufuk'a, "şimdi de kırmızı araba, hadi şimdi başka bir araba" diye talimatlar yağdırırken, Sinan sağolsun büyük bir ustalıkla işini bitirdi.

İşler çok parlak başlamamıştı, sanırım başlarda bir ara Sinan da umutsuzluğa kapılır gibi oldu, ama sonuçtan hepimiz memnun kaldık. Ayrılırken, artık iyi bir ikili olmuşlardı...

Söylediğim gibi hava çok güzeldi, biz de hemen evlere dağılmayıp, azıcık Ortaköy'de vakit geçirelim dedik. Karnımız acıkmıştı, Kumpir'de ittifak sağladık.

Kocaman kumpirlerimizi alıp, Ortaköy Camii'nin avlusuna yerleştik.

Galiba kumpirlere ilaç koymuşlardı, kendimizden geçtik...

Kumpirler bittikten sonra, dedik hadi bir de kahve içelim...

Velhasılı kelam, Ali'nin saçlarını bahane edip, böyle bahardan bir gün çaldık. Bu arada ne zaman kış ortasında bahar yaşasak, Zaytung'un şok haberini hatırlayıp ürküyorum:

"Meteoroloji'den Şok Eden Açıklama: "İstanbul'da Bugün Yaşanan Yazdan Kalma Gün Önümüzdeki Yazdan Düşülecek"... "

12 Şubat 2010 Cuma

11 Şubat 2010 Perşembe

Moraller nasıl?

Geçen perşembe akşamı, Aralık ayında kaybettiğimiz Mehmet Çakır'ın anısına düzenlenen programa katıldık Tuba'yla. Çok hüzünlüydü herşey... Ali, anneannesindeydi. Programdan sonra, Ömer'le Yasemin'e uğradık; yemek, sohbet derken, vakit epey ilerledi.
Tam Ömerler'den ayrılmak üzereyken, telefon geldi: Ali'nin yürüyüşü değişmiş, eller belde, bir uçtan bir uca volta atmaya başlamış evin içinde, "Moralim çok bozuk, Tuba da gelmedi ama, Mahmut da gelmedi ama!" diye söylenerek... Sonunda, "Dur bir Tuba'yı arayayım bakiim" deyince de, Anneannesiyle bizi aramışlar: "Nerdesiniz siz? Moralim çok bozuldu ama..."
Yeni mottomuz şimdilerde bu, "Moralim bozuk ama..." E, Ömer'le bu kadar vakit geçirirse, olacağı buydu:)
Mehmet Çakır
1955-2009

9 Şubat 2010 Salı

Doğuştan değnekçi...

Ali'nin ilk söylediği kelimelerden biriydi opopark. Garaj ve "gel gel gel gel" de otoparkla aynı zamanlarda repertuarına giren laflardandır... Tuba geri vitese attığında, ya da etrafta geri geri giden bir araba gördüğünde, Ali'nin oturduğu yerden, hiç istifini bozmadan "gel gel gel gel" çekmeye başladığını duyunca, Oğuz teşhisi koymuştu: "Doğuştan değnekçi"...
Kendisini, yukarıda değnekçilikle başladığı kariyerini, otoparklar kralı olarak taçlandırdığı yatağımızda görüyorsunuz...

Ayna ayna söyle bana...

Hadi ayıplanmaktan çekinmeyip anlatayım, o korkunç soruyu ilk benden duydu Ali... Geçen gün evde oturuyorduk, tam hafta sonu sıkıntısı, biraz Ali'yle eğleneyim dedim, sordum: "Alicim, Mahmut'u mu daha çok seviyorsun, Tuba'yı mı?"
Cevap hiç sekmeden geldi: "Ömer'i seviyorum ben." Sonra da ekledi, "Ööb'ü de seviyorum ama, Bakegin'i de seviyorum ama, Bagıg'ı da seviyorum ama, Hayiy'i de seviyorum ama..."

Ömer'le telefon konuşmalarını da Yasemin bir ara yazsın... O vakte kadar, şu iki fotoğrafa bakıp, konuşmaların tonunu tahmin edebilirsiniz...

Bi kere önce o eli indir...

6 Şubat 2010 Cumartesi

Garfield


Bu hafta, sadece ilk tweetini girmekle kalmadı Ali, ilk sinema tecrübesini de yaşadı. İlk seferinde üç boyutla karşılaşınca kendisi, düşünmeden edemedim, kuşak farkı dedikleri, böyle böyle oluşuyor işte...

Tuba, Ali ve Ali'nin kuzenleri Enes ve Furkan (küçük set) birlikte gittiler. Ali, bilhassa başlarda çok hoşlanmış, Tuba'dan film esnasında gelen SMS'i de paylaşmak istiyorum müsaadenizle: "Garfield'deyiz. 3 boyutlu gözlük Ali'ye kocaman oldu. Arada hopluyor yavrum :)"

Ali kendisi hoplamış ama Allah'tan Tuba'yı hoplatmamış. Aradan sonra, ışıkları kimin kapattığını, neden hala açmadığını, biberonunu filan sormuş sürekli ama, işte popcorn, emzik, biberon, pisi, havhav derken 73 dakikanın sonunu getirmiş...



4 Şubat 2010 Perşembe

İlk Tweet: nn .i.

Dün Tuba'yla Yasemin'deydi Ali. Önce Yasemin'e moda danışmanlığı yapmış:
-Bence giyme o gömleği.
-Neden?
-Beğenmedim hiç ama.
-Nesini beğenmedin?
-Rengini beğenmedim, başka bir şeyler giy bence.
-Peki, başka bir şey giyerim, şimdi sen çık odadan, ben üstümü değiştireyim.
-Tamam tamam, sen değiştir üstünü, ben bakmıyorum.

Daha sonra da Yasemin'in açık duran bilgisayarından ilk tweetini girmiş. Yazarken, elbette konuştuğuna oranla daha gizemli bir insan kendisi, ilk tweet, gördüğünüz üzere şöyle: 
nn .i.

Gerçi sözlü açıklaması daha da kafa karıştırıcı: "Ben bozdum!"

29 Ocak 2010 Cuma

Araf, Post Mortem Portre

"Sanat bir sürekliliktir, hayat da.
Bilindiği gibi hayat korkunç bir sürekliliktir.
Bir gün bir önceki günün içinden çıkar, bir an bir önceki anın içinden... Bunlar durdurulamaz, durdurup bakmak olanaksız olduğu gibi, bundan canlı çıkmak da olanaksızdır."
Ömer Uluç

28 Ocak 2010 Perşembe

Ağlama Lucy, ağlama Yalnız Corc!


"Resim, devam ederseniz başka bir resim olabilir. Diğer bütün sanatlarda olduğu gibi... Oysa mesajın tamamlandığını sezdiğinizde durursunuz ya da diyelim ki yanına bir üç boyutlu koyarsınız. Yanına bir heykel daha gelebilir, üç boyutlu bir şey, eklemeler... Hayat gibi."

Ömer Uluç



3 Ocak 2010 Pazar

3 Ocak Jilet Gibi Çekmeceler Dolaplar, Trafikte İp Gibi Şeritler ve Söz Dinleyen Kelimeler Bayramınız kutlu olsun: İyi ki doğdun Tuba!

Bu da benden gelsin... ;)

Bugün Tuba'nın doğumgünü. Kendisini mutlu etmek istiyorsanız, dolaplarınızı, çekmecelerinizi düzenleyin, eşyalarınızı yerleştirirken üşenmeyin, sınıflandırmanızı sadece içeri tıktıklarınızın cinsine göre değil, dokularına, renklerine, desenlerine, büyüklüklerine, ebatlarına, kullanılma sıklıklarına, yaşlarına, onlara karşı olan hislerinize... göre (bütün bunları ve aklınıza gelebilecek diğer kriterlerin hepsini bir arada kullanmanız gerekiyor, lütfen kolaycılık yapmayalım) ve elbette çekmeceler çekilip kapaklar açıldığında karşılaşılacak "manzarayı" da hesaba katarak yapın.


Trafikte seyrederken, yol isteyenlere yol verin, yaya gördünüz mü yavaşlayın, o yaya yola adım atacak gibiyse durun, dur levhası gördüğünüz her durumda durun ve bütün hareketlerinizde bir nizam bir insicam olsun. Sürekli, ellerinizi önünüzdeki arkadaşınızın omuzlarına koyduğunuz günleri hayal edin. Sırayı bozmayın. Yeni bir şerit yaratmaya tevessül etmeyin ama çok zorda kalırsanız, o yeni şeridiniz de ip gibi olsun.

Yazı yazarken, imla kurallarına riayet edin. Türk Dil Kurumu'nu eleştirebilir, hatta kendi kurallarınızı yaratabilirsiniz. Kimse sayıları her durumda ayrı yazmak zorunda değil elbette ama rica ederim tutarlı olun. Dahi (a kısa i uzun) anlamındaki de'yi, soru eklerini, bağlaç olan ki'yi ayrı yazın. Bu hususta kural geliştirmeye yeltenmeyin. Yazdıklarınızı okuyan, okudukça da kendini tutamayıp düzelten birileri olduğunu unutmayın.


Bütün bunlara hayatımızın her anında dikkat etmemiz, yaşantımızı bu ve bunlar gibi başka prensipler doğrultusunda şekillendirmemiz elbette en doğrusu. Ama en azından, Tuba'nın doğumu vesilesiyle tüm yurtta, dış temsilciliklerde ve temsilciliğimiz yoksa bile sevdiğimiz bir takım memleketlerde şenliklerle kutlanmasını önerdiğim 3 Ocak Jilet Gibi Çekmeceler Dolaplar, Trafikte İp Gibi Şeritler ve Söz Dinleyen Kelimeler Bayramı'nda, hiç olmazsa senede bir gün, daha özenli, tertipli, düzenli bir insan olalım. Tuba'ya dünyamızda iyi şeyler de oluyor dedirtelim...

Sağ olun, var olun!